İle Av. Alper Atmaca Nisan 6, 2018
Bu yazının amacı teknik anlamda Bitcoin’in veya tüm kriptoparaların ne olduğunu açıklamak değildir. Bu durumu hakkıyla açıklamak birkaç alanın uzmanlığının birleşimini gerektirmekte ve yazının amacını çok aşmaktadır. Fakat her araç veya yeni buluş gibi teknik alandaki gelişmelerin getirdiği yenilik ile sosyal alanda yarattığı farklılıklar hukukun konusunu oluşturmaktadır.
Öncelikle paranın ne olduğunu tanımlamanın faydası aşikardır. Tarihsel olarak para her zaman bir “şey” olmuştur. Evrensel kapsayıcı olan şey kümesi maddi şeyleri içermektedir. Bu bakımdan para her zaman kütlesi bulunan, elle tutulabilir bir “şey” olmuştur. Bu anlamda maddi halin yani “şey”in niteliğinin bir önemi yoktur. Toplumsal olarak kabul gören ve bu kabule güveni haklı kılacak fiziki niteliklere sahip her şey para olabilir. Akla gelen en evrensel emtia para olan altın için ünlü iktisatçı Karl Marks fetiş kelimesi ile tanımlamıştır. İfadenin temeline altının bir metal olarak kullanım değerinden farklı bir değer atfedilmesindeki tek niteliğin sosyal bir olgu olarak açıklanamaz bir kabul, tutku yani fetiş olmasıdır. Tarih boyunca deniz kabuklarından bilinen tuz kristallerine kadar elde edilmesi zor şeyler para olarak kabul görmüştür.
Para toplumsal kabulü dahilinde farklı görevler görmektedir. Para, tasarruf etmek ve biriktirmek amacıyla saklama aracı, sözleşmelerin edimlerinin ifası için bir değişim aracı veya ölçüm aracı olabilmektedir. Bu bakımdan bir şeyin para olması için fiziken var olmasının bir zorunluluğunun olmadığı ifade edilmelidir. Kriptopara’lar bu bakımdan bahsedilen özellikleri göstermesi ve toplumsal bir kabul elde etmesi ile birlikte anlamsal ve pratik olarak para olarak kabul edilmiştir.
Elbette bugün geliştirdiğimiz karmaşık hukuk sisteminin duruma bakış açısı daha pragmatik olmakta ve ön tanımlarla belirlediği sınırlara uymayan yeni “şey”leri bir kapsama alamamaktadır. Türkiye hukuku bakımından kriptoparalar, para olarak kabul edilmemektedir. 6493 Sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun uyarınca da elektronik para olarak tanımlanan araçların Fon karşılığı ihraç edilmesi zorunluluğu vardır. Hukuki olarak kriptoparaların en yakın iki tanım açısından da uyumluluk göstermediği bellidir. Merkez Bankasının, konuya ilişkin incelemeleri içeren Sanal Para Birimleri isimli çalışma yerel görüşü görmek adına faydalı bir okuma olarak gösterilebilir.
Bu durumda kriptoparaların niteliklerine göre başka bir tanımlamaya gidilmesinin ve dah temel bir hukuki tanıma sokulmasının gerekliliği tartışılmalıdır. Daha önce yaptığımız bilginin eşya hukuku bakımından yerinin incelenmesinde belirttiğimiz üzere bilgi hukuk sistemimizce kendi başına gerçekten soyut bir kavram olarak yer bulamamaktadır. Bilginin kaydedildiği ortamdan bağımsızlaşması yeni bir süreç olduğundan var olan hukuk düzeni bu iki kavramı ayrı görememektedir. Bu anlamda yüceltilmiş bir özüt değeri olan kriptoparalar; bir tür bilgi olarak, yani soyut olarak anlam ifade etmek üzere maddi şeylerde yapılan değişiklik olarak tanımlanacak ve eşya hukuku kategorilerinin dışında kalacaktır.
Kriptoparalara, hesaplanmış özüt değeri bilgisi olarak değil, üretim sürecindeki işlemlerden doğan başka bakış açısı ile bakılırsa farklı bir tanım getirmek mümkün olabilir. Basit anlamı ile madenciler (miners) kriptoparaları oluşturmak adına gerekli matematiksel problemleri çözebilmek için ellerinde bulundurdukları işlem gücünü kullanan kişilerdir. Bu kişilerin problemi çözme işlemi borçlar hukuku bakımından bir eser sözleşmesinin konusu olarak algılanır ise ilgili kriptoparanın ağında bulunan kişilerin bu işlemin sonucu olan çözüm için yani belirli miktardaki kriptopara için ücret ödemesi veya bunu vaadetmesi bu durumu bir sözleşme haline getirir. Borçlar Kanunu 470. maddenin lafzı şu şekildedir; “Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Elbette bu noktada bir sözleşmeden söz edebilmek için tarafların rızası ve icap gibi gerekli hukuki şartların eksikliğini ve şekil şartlarını tartışmak mümkündür. Bu ağın çalışma usulü ve genel olarak duruma bakış ile ilgilidir.
Bir kere elde edilmiş kriptoparanın madencisinden sonraki işlemlerinin eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesi tartışma gerektirir. Bir kere hesaplanmış bir problemin cevabını bir başka kişiye aktarmak bir eser üretmek olarak kabul edilemeyeceğinden, sözkonusu birim kriptoparanın ilk işleminin tamamlanmasının ardından yapılacak ikincil değişimlerin farklı bir hukuki kapsama sokulması gereklidir.
Sözleşmelerin tarafları bulunmak zorunluluğundan dolayı ve kriptoparaların işlem süreçlerinin sürdüğü küresel ağın sayısız kişisi arasında bir sözleşme olarak algılamanın hem hukuki hem de pratik üretilen kriptoparayı bir para olarak değil emtia olarak nitelendirmek eğilimini getirmesi doğaldır. Bu durumda madencilerin yaptığı hesaplamaların sonucunu bir ürün olarak ürettiklerinin ve aktarılmasının da bir satım sözleşmesi olarak görmek mümkündür. Hukuk sistemi bakımından satım sözleşmesine konu olamayacak şeyler olumsuz sayım yöntemi ile belirlendiğinden bu sayımın dışında kalan her şey sözleşmeye konu edilebilir. Peki bu kriptopara’lar gibi sadece bilgi olan soyut kavramları da içerir mi?
Borçlar kanunun satış sözleşmelerini düzenleyen 207. maddesinin lafzı şu şekildedir; “Satış sözleşmesi, satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir.” Bu durumda zilyetlik ve mülkiyet kurulabilecek bir “şey” bulunma zorunluluğu tartışma gerektirmektedir. Keza kanun maddesi satılan ifadesi ile satım sözleşmesine konu olacak şeyin ne olacağına dair bir ifadede bulunmamış ama satış sözleşmesinin edimi olarak bu şeyin zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme şartını getirmiştir. Bu bakımdan bağımsız bir niteliği olmayan kriptoparaların zilyetliği ve mülkiyetinin devri nasıl gerçekleştirilir sorusu cevapsız gerekmektedir. Doktrinde sırlar ve haberlerin de satım sözleşmesine konu olabileceği söyleniyor olsa da, eşya olmayan bilginin üzerinde nasıl mülkiyet kurulacağı veya kayıpsızca çoğaltılabilir olan bilginin zilyetliğinin nasıl aktarılacağı sorusu cevapsızdır.
Satım sözleşmesi bakımından blok zincir teknolojisinin bu duruma bir çözümü bulunmakta. Blok zincir üzerinde yapılan tüm işlemler tekrar edilemez ve geri alınamaz şekilde yürür. Bu anlamda üretilmiş bir kriptoparayı, sözleşmenin diğer tarafına aktarmak isteyen kişi bunu sadece bir kere yapabilir, verdiği bilgiyi kendi elinde tutamaz. Yani özel anahtarı ile şifrelenmiş cüzdanda bulunan kriptopara üzerinde bir mülkiyet bulunduğu ve diğer kişinin açık anahtarı ile şifrelenerek gönderilen kriptoparanın, ağdaki kayıt defterinde kaçınılmaz olarak kaydedilmesi zilyetliğin devri olarak değerlendirilmelidir. Bu bakımdan genel olarak var olan bilgi kategorisinden farklı olarak kriptoparaların üstünde mülkiyet pratik anlamda kurulabildiği gibi zilyetliği belirli bir kriptopara için aktarılabilir. Bu anlamda bilgi genel kategorisinden farklı olarak kriptoparaların üretim aşamasından sonraki aktarımlarını satım sözleşmesi olarak değerlendirmek hukuken mümkün ve en uygun yaklaşımdır.
Tüm bu değerlendirmeler dahilinde, tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye hukukunda da kriptoparaların hukuki düzenlemelere dahil edilmesinin gerekli olduğu kesindir. Var olan hukuki kavramların teknolojinin imkanları karşısında yetersiz kaldığı aşikar olduğundan, görülebilir gelecekte blok zincir teknolojisinin ve bunun üzerindeki uygulamalarının hayatımızdaki kaçınılmaz yerinin doğuracağı tüm uyuşmazlıklar için tanımlanması veya eşya hukuku kapsamında eşya tanımımın temelli olarak değiştirilmesi gereklidir. Teknik bir bakış açısı ile söylenecek son söz blok zincir teknolojisi çalışmak için kimsenin iznine veya onayına ihtiyaç duymuyor oluşundan, hukukun bu yeni gelişmeyi olduğu gibi uygun şekilde kucaklaması toplumsal bir gerekliliktir. Eğreti bir tanımla yetinmektense, paraya para demek en doğru tercih olur.